14 Ocak 2016 Perşembe

Yaban

Koca bir konak gibi heybetli kibrimiz.
Ne kahya ne de el, konaktaki; 
                                            bey yaman.
Zihnim oksitlenmiş paslı bir atölye,
Aklım bir pula, geçmez akçe;
                                            pul yaban.
Bir yanım gurbet, bir yanım hasret solur.
Vuslat başka bahara, mevsim kış;
                                            yaz yaban.
Verin urganı ben takayım boynuma,
Darağacında beden, ölü bir toprak artık;
                                            ruh yaban.

9 Ocak 2016 Cumartesi

Asi tanrılar

Alın terim şakağımdan akarken,
Bir doğruldum;
                döküldü sırtımdaki taşlar.

Güneş bütün hıncıyla bakarken dik dik,
Bir dürme gibiyim çorak çöl toprağında.
Sanki serap gibi.. bir baktım;
                nefisten şatolar.

Zamanı durmuş heyula cennetinde,
Misk-i amber içerisinde yüzen; 
        asi tanrılar.

Tanrılar asi;
                Zavallı kullar..
Bir doğruldum;
                Aniden ağardı saçlar…
Yol sırat-ı müstakim,
Önde; 
                mahzun kullar.
Arkada; 
                asi tanrılar..

8 Ocak 2016 Cuma

Atlılar

Yüzyıllarca at sürdü atlılar bu çığırda,
Binlerce ser verdi atlılar bu uğurda.
                Bir tohum,
                bir can,
                bir çınar,
Yağmurda ıslandı toprağın koynunda.

Atların yeleleri,
O yârin ten kokulu mendili,
Bir zikir ritimle yalın kılıç rahvan koştular,
Bir kara delikte maziye atlılar.

Tabiatın en şedit hortumları geçti üzerinden,
Herc-ü merc oldu arz öfkeden.
Tarihin yaprakları söküldü yerinden
Gün küskün,
                güneş mahzun battı erkenden.
Susma!..
haykır arkada kalan karanlığa:
                Bir söz,
                bir mana,
                bir ayet,
Binlerce ser verdi atlılar bu uğurda.

Güneşi topladım eteğime

Güneşi topladım eteğime
Gün:
ikindi vakti,
Gece,
gün olsun diye…

Mahrum da olsa yıldızlar endam etmekten,
Bir armağan aya ..
bir hediye.
Maksadım belli.
Gerçek;
 Fani perdelerin arkasında.
Arkamda, hüzünlü yürüyen insanlar.
Ayak sesleri ritimsiz,
Gözler buğulu, göz yaşları sessiz…

Güneşi topladım yüreğime
Benimle yatsın toprakta diye
Işık olsun sual anında kabrime
Kış geceleri günahlarımı anlatsın
Baharda çiçeğim, seherde koynumda yatsın

Güneşi topladım eteğime,
En büyük ızdırap yüzleşmekse,
Geride kalan mazimi yaksın diye…
Her akşam mezar taşımda saklansın
Gündüzün kirini, toprağımda aklasın
Bir örtü gibi erisin üzerime
Işık tutsun bir tek dileğime
Ne maziyi, ne âtiyi görmesem de
Güneşi topladım eteğime…

Bir İstanbul...

Bir İstanbul düşlemek istedim;
Nemli meltemlerin estiği,
Kubbelerle örülü tepelerde.

Mahremiyeti yırtılmış çarpık kaldırım taşları,
Ritim tutarken zarif kadınların topuklarında.
Acı çektiğine şahit oldum taş duvarların
Ruhsuz siluetlerin endamını seyretmekten.

Bir İstanbul düşlemek istedim;
Her köşesinde yükselen camiler,
Her sokağında sultanların yattığı kabirler.
Bir uçta Avrupa, diğer uçta Asya
Köprüler; İki yakayı düğmelerken bir beyzade gibi
Geçerken altından ümitleri taşıyan gemiler

Bir İstanbul düşlemek istedim;
Vapur düdüğüne karışan martı çığlıklarıyla
Karışırken göz yaşları boğazın suyuna,
Bakadursun kulesinden sırma saçlı kız.
Gelir mi beyaz atlı prens maziden âtiye?

Bir İstanbul düşlemek istedim;
Her türden hasret yüklü insanıyla..
Her köşesi bir Anadolu şehri,
Her insanı bir Anadolu yüreği,
Parça parça bir Anadolu İstanbul...
Düşlemek istedim yedi tepesinde,
Her tepe bir İstanbul.

4 Ocak 2016 Pazartesi

Be hey dava!..

Koca bir evrende
Küçücek bir küreyiz..
Ne kul olabildik, ne vatandaş;
Başına buyruk bir bireyiz..
Bir tren yükü ömür yokuş yukarı yürür.
Anlık haberlere takılı,
Her akşam uykusuz duraklarda demlenir zihnimiz,
Işığa hasret penceremiz.
Oğlum, seninle muhabbet edebilir miyiz
                         geçmiş bayramların anılarına dair?
Kesik, devrik cümlelerle..
O tatlı gülümseyişin,
Kim bilir hangi toprakta yazılı kaderin?

Ömrümüz mayalanmış doğar doğmaz,
Tuz ekelenmiş minik bedenimize.
Ben vatan edinmişim, toprak edinmişim,
Bir de kader…
            Be hey bir de dava!..

Gönlümü kavgalar doldurmuş
Yarının kavgası..yarıncılarla.
Yüreğim yaralar bağlamış: Kara…
Uğruna yanmışım adıysa: Sevda..

Uzun zamandır kaybettiğim değerler,
Yangında ilk kurtarılacaklar sandığında.
Be hey.!. yüksek tepelere aşık ulusum..
Dağlarıma kar yağdı yazın şafağında...
Be hey dava!..
Artık yıllanmış karlar altında.

Simurg'un Hikayesi

Doğuştandır ruhun özündeki “var”,
Var olma sebebi: halka halka yâr.
Her halka bir imtihan, ruh neyi arar?

Bilge simurg kaf dağında
Bilgi ağacının dallarında yaşar.
“Bilmek”: kurtuluş, “Bilmek”: özgürlük.
“Bilmek”: yâr….
“Bilmek” uğruna o ruhlar,
Ancak yedi engeli aşar…

Bülbül güle aşıktır,  aşk denizinde şaşar;
Gül zevale mahkum, “Var”lıktan kaçar.
Yükseklerin hakimi kartal,
Gök kafes, ruhu tutsak.
İnemez dar gelir aşağılar.
Kalır istek kayalıklarında..

Sürü, uçar… uçar…

Bilge baykuş marifet harabesinde;
Mağrur bakışları, bir şey bildiğini sanır.
Hıçkırıksız gözyaşları, Babil öreninde,
Sodom ve gomore’ye ağlar.
Daha nice canlar döner yoldan;
Kimi ayrılık vadisinde istiğna çukuruna,
Kimi hırs ovasında tevhit sapağında,
Kimi kıskançlık gölünün sularında,
Kimi yokluk ovasında sürüden kopar.

Az gidilmemiş, kıyamete yakın.
Bir tarih yaşanmış bitmiş. Lâkin,
Varmışlar Simurg’un yuvası boş
Ama ruhlar?.. her imtihan arındırmış,
Özgürleşmiş canlar… bedenler sanki kuş.
Bilge ağacı: “Bilme” de mücessim olmuş
Dönenler tutsak, varanlar özgür.
Bilmişler, varlık yoklukta hoş,
Meğer “Simurg”: menzile varan o otuz kuş.

2 Ocak 2016 Cumartesi

Sana sorsam

Sana sorsam bana anlatır mısın?
Kaf Dağı’nın ardını…
Dinlesem sabahı olmayan gecelerde.
Bir avuç ümit taşısam;
Zümrüd-ü Anka’nın kanadında,
Işığı olmayan sehere…

Sana sorsam bana anlatır mısın?
Ferhat’ın aşkını…
Çaresizliğin bitkinliğin içinde..
Hasretli bir gönül taşısam,
Dağları delerek Şirin’e

Sana sorsam bana anlatır mısın?
Efsanenin kuşattığı gerçeğin dünyasını
Kaldırsam perdeleri bir bir…,
Küskün zihinlerin  önünden.
Sana göstersem “çile” nin sevdasını.

Sana sorsam bana anlatır mısın??
Sende kaybolmuş “ben”i..
Arasan ta.. ötelerden,
Bir bir açarak şifreleri.

Sana sorsam bana anlatır mısın??

Gün Olur

Gün olur;
            merdiven olur bulutlar semaya.
Gün olur;
            boyumu aşar yer..
Kayar toprak ayaklarımın altından,
Sürüklenirim ellerim ayak bileklerinde.
Son gördüğüm şey: gülen bir çocuk
Çocuk yüzlü sevgili..
Güney rüzgârlarına hasret, tıpkı;
              yüreği nem tutmuş duvarlarım gibi..

Şimdi yüzüm göğe bakar.
Gök: karanlık bir sema.. 
Toprak;
Yatar bedenim toprakta kendi boyunca ...
Bir dünya;.. toprak.
                 Topraktan bir dünya..
Cesedim doğmaya hasret;
Bir tohum gibi bekler  mevsimini....

Gün olur... 
Güney rüzgarları ısıtır yüzümü
Uzatırım elimi dışarı: Bir filiz.. iki yaprak.
Yeniden taze bir nefes gibi solurum;
                                                    Sevdaları.
Yağan yağmurda ıslanır bedenim huşu ile,
Nem kokar toprak, duvarlarım gibi..
Gün olur bir emir, bir siren bir “sûr”,
Ne toprak, ne su ne sevda,
Hür olur maddeden ruh;
                                   Hür olur