31 Aralık 2015 Perşembe

Kıyamet

Çapkın rüzgara takıldı sevdalar,
Hayat canhıraş… duygular:
Bir kelimeden ilham alır hep.

Akar coşkun nehir... Çağlayarak:
            Önünde bir yığın ömür karsambası,
Sürüklerken aşkın deryaya
Ahengi bozan tek bir ses:
            Devrim yapar… haykırarak.
Deryanın gel-giti koparır kıyameti
Ruhlar içtima olmuşken mahşerde..

Bir gözüm arkada yürür.. bakarak:
            Vefasızlık son haddinde ve..
                                               ağlayarak:
Yollar incelir, incelir bir sırat olur.

İnsanların sırtında dünyaları
Üryan bir beden ve yalın ayak
Geçilir de gidilir ürkek ürkek
“ah” ve “vah”lar terennüm edilir.
Hep bir ağızdan… bağırarak..

Geçmişine yandığım neydi o halin?
Uyuyan mı uyandıran mı hangisi hain?
Görmemişin bir şeyi olmuştu hani,
Ya da oyuncak delisi çocuklar gibi
Şimdi kavgalıyım o hayatla ben
Bütün miskinliğimden sıyrılarak
Çelik kasalara gömdüm bu hayatı,
Bu hayata, bu hayat.. baş kaldırarak

Darağacı

Ben geçtim,
                … sıra sende.
Boynunda yağlı urgan
                      ya da
Keskin pala ensende.
Ceplerin boşaltılmış, gözlerin bağlı.
Zihninden geçti ömür, sevdiklerin;
                       mazi ve zaman
İşte o an!...........
Arz süratle kaydı ayaklarından.
Merhaba hayat!... beka!..
Ölümle özgürleşmiş hayat merhaba!

İbret olsun atiye, benden geride kalanlar,
Ayırdık yollarımızı…
                       Hoşça kalın!
                       Bekayı arzulayıp faniye kananlar.
Sıratta bekleyeceğim sizinle geçmek için köprüden
Ya zebaniler ya da huriler tutar artık elimden..
Mutlak bir gerçek;
            Sonumuz farklımı farklı olacak!
            Yaşarken ayrıydık zaten, ölünce ne haber?
Ya cehennemde birimiz ya cennet mukadder.

30 Aralık 2015 Çarşamba

Bilseydim Hiç Ölmeyeceğimi

Bilseydim hiç ölmeyeceğimi,
Yine ölmek için yaşardım ölümün kucağında.

Hayat; o kadar donuk ki çerçeveli bir resim, sınırları belli
Bir birine zıt renklerle bezeli.

Dünya; ruhumu kaynatan koca bir kazan,
Nefret: bakışlarından daha masum,
Azrail şeytanları kayarken altına;
beden beden kaynayan katran.

Mezarım insanlar kadar sessiz olsa gerek,
Varlığım cehennemin sıcağında.

Bilseydim eğer hiç ölmeyeceğimi
Ölmek için yaşardım yine de…
Ayırt etmek için.. belki de;
                                yaşamla ölümü birbirinden.

Bir bedenle yaşardım doğsaydım ezelde
Sen ezel, ben ezelde seninle.
Yaşar mıydım sanıyorsun bu bedenle ebede?
Ben mahluk, sen haluk,
Okyanusların suyunda kaybolan bir toz gibi,
ya da sinema ekranında kaybolan bir çift göz,
Salondan çıkanlar giderken mezara.
Beden ölümü ölür, ama mutlaka sana koşar öz.

Bilseydim hiç ölmeyeceğimi,
Bulurdum seni senin verdiğin hayatta.
Özümü kurtarmak için ölürdüm yine
Senin ocağında… uçsuz bucaksız kucağında.

Bir Dünya Var ki…

“Ah”la geçen “dün”e el sallarken,
Yarınları üzerine bina ettiğim geleceğin dünyası.
Orda biri vardı “dün”, “ben” kaybolurken;
                        uzakların özlemiydi belki de..
Beklide yarınların ümidiydi, bu güne hayat veren.
Kim bilir!. 
Olanların dışında bir başka dünya idi yavruyu anneye sevdiren;
                        katre katre şefkat dolu hazinelerin dünyası. 
Neye yarar açmayan anahtarların şıngırtısı?
Ama bir dünya işte..
İdraklerin tıkandığı yalnızlığın, karmaşanın dünyası.
Orda “ben” yaşarım “sen”inle farklı.
Dünün, bu günün, yarının,
Her anın farklı olduğu bir dünya.
Hedefe gitmeyen yivsiz bir kurşun gibi
Solo düşüncelerin dünyası
Özgürlük (!) silahının beyinleri patlattığı bir dünya.
Görünenin üzerinde bina edilen,
Bu günün dünyası.
Senin, benim, onun .. hulasa; aklın dünyası..
Ama bir başka dünya var ki:
Orda “ben” yokum, “biz” yaşarız,
Varlığın harmonize olduğu bir dünya
Hazineleri tefekkürle açılan,
Zamanın iflas ettiği bir dünya
Hasretin, özlemin.. hulasa; gaybın dünyası.

“Ben”

Neden ben?
Bende “ben” yok ki…
Hem sen “ben”i bende bulacaksın.
Çünkü bende “sen”im bilirsen.
Yık şu yeis duvarını!...
Hem bak ben sendenim.
Ne fark eder? Ha sen, ha ben
“ben”i sen ne sanıyorsun?
Üç beş kemik, kan ve ten?
Hayır!!.. bu ihanet..
Neden mi?
Yorulunca uyur ten,
Ama “ben”, O ise,
Rüya görür dikkat et!

26 Aralık 2015 Cumartesi

Hengâme

Dur dedin, durdum.
Öl dedin, öldüm.
Ölümü ben öldüm; sen, gördün..
Donuk bir resim gibi
Silik bir hayatta.
Olanı ben yaşadım olmayan boyutta.
Yürüyenler paslı robot,
Konuşanlar papağan..
Dinleyenler; bilmem nerde sağır sultan.
“Saltanatın temeli tekerlekli kardeşim!...”
Bir sütunu zulüm, bir sütunu da kan..
Ben ona demiştim bu çaydan geçilmez.
Hukuktan bir köprü, ayakları insan..
Süslü bir abarada işlenirken beyinler,
Manzara hoş, “çayda çıra” iyi seyirler.
Beylik marşlarla gaz verirken lokomotife,
Ne hengame, aman ne espriler.
Kıvılcımlara karışır hoş latifeler.
Ağam bu ne iştir, acayip bir gidiştir?
Sen sus!.. karışma hele.. safları bitiştir..
Söyleneni sustur, susana laf yetiştir.
Ben sana uğrarım, sen merak etme!..
Söylediğim yere git,
Söylenmeyen yere gitme!..
Söyleneni yap!.. söylenmeyene söyle:
Hayat bir hedeftir biraz sabreyle.
Bu tepeyi geçtikmi bir tepe daha var ilerde.
Adaletle hükmet(!) sakın ha bakma geriye.
Ezilenler ezilsin, sağ kalanla birlikte.
Analar doğururken abara boşalır zannetme
Kıyamet mi dedin! O daha uzak..
Güneş henüz tepede,
Gafleti bırak saltanata bak..
Çok çabuk yoruldun, susuz mu kaldın?
Kursağında mısır ekmeği, ayağında susuz çarık.
Bu ne sırtındaki koca karı hörgücü?
Beni nasıl unuttun ahiret aklına mı düştü?
Memlekette hukuk var.. yoksa;
Anarşistler mi üşüştü?
Şimdi ihtilal yaparım, ayağını kaydırırım!
Yürü diyorum sana!.. dur diyorum sana!..
Öldür diyorum sana!..
Ben sana diyorum…