5 Aralık 2016 Pazartesi

Daha söylemedim

Gökten kovulan tanrılar, şeytanla aynı safta…
Şeyhleri de keşişleri de inan aynı uçurumda.
Gecenin karanlığına giriyoruz an be an!
ve buradan ancak cılız kalıntılarımız çıkacak sabaha!

Zaman dursun, âyân-ı sabite hüküm sürsün.
Meçhul askerlerin mezarlığı yıkılsın!
ve.. görkemli heykelleri kralların…

Ben mahpusum ol evrende,
                              bu gezegende,
                                      bir bedende,
                                              bir de sende..
Anla dedin kayboldum.
Suretlerin kristal dünyasında,
                   hangi yana baksam kendimi gördüm.

Sürreal bir resim gibi kaderim bir kağıda çizerken,
Doğmayı ben istemedim, anam sancıyı çekerken.
Sen tek hocam; nefsim, hayat ölüm mektebiyken.

En güzel aldatma sanatı dünyaya aitken
Her söyleyeceğimi hissedersin velâkin,
hissettiklerimi daha söylemedim ben…
Fikirler katil, duygular edepsiz ve asi
Ey mahi harla ateşi sen. ben ise:
                                                       yakılacak insan!.. 

17 Kasım 2016 Perşembe

Serzeniş

Hani nerede zamanı aşmak ve biz?
Sanki yıllarca cehalete aç kalmışız.
Bazen devrildik, bazen devirdik,
Ama her zaman devrimci bir ruhla evrildik.

Zincirleri oksitlenmiş beyinlerin;
                                  Tetanos olmuş düşünceleri.
Bir bir savur o çakıl taşlarını ve cehaleti söndür
Ârife gül atarlar: safi züldür,
                         Peki, cahile ne atarsan “gül”dür?
Nasıl yaşarsın bilmem ama hadi çağıralım Ebabilleri…

Ey mâhi bir şair sevdası bizimkisi,
Yanar için için Zerdüşt’ün sönmeyen ateşi gibi
Hani özlemek var ya ölümü, yaşarken;
                                  Ruhun dinginleştiği an…
Beden sadece taşır onu, yaşayan ise; zaman.
Doğarken muvahhid Müslüman’dı hacı
Heyhaat! şimdi seküler bir Protestan…

15 Kasım 2016 Salı

İçimdeki birisi...

İçimdeki birisi, şikâyet etmezken esaretinden
Ayakta yandım için için ulu bir çınar gibi
Taşırken üzerinde bu türab bedeni,
Gönül niçin bedbaht? Kıyamet hoş geldi..

Canımdan keçe yaptım, hayat; bir imtihan deyip geçti.
Bir depremin yarığında kaybolurken mazi,
Zanların dünyasında istikbale kar yağdı.

Düçâr ömrümün define avı gibisin ey mâhi.
Hazineler sizin olsun! umut, yaşarken sefaleti
Ben kalayım çilegahımda, istemem boş kehaneti

En şedit şeytanlar! Kovalayın isyanımı bir serap gibi!
Mecalim yok, zaman ümidini kesmişken…
Aşım özlemim, katığım umudum na çâr etmeden
Metanet bir yumak azığım; hep çıkar heybemden.

Bir sevda türküsü, bir yürek tutkusu, bir avuntu..
Keşke yazabilseydim kaderimi ezelden.
Sussun mahşer!..  ayaklansın ins ve cins…
İncelsin sırat bir kağıt gibi dürülsün tez elden!

Bilirim hayat dünyanın ucuz bir bedeli..
El hâk her konan mutlaka bir gün göçmeli
Ne kadar zor olsa da bana, senin bu emanet!
Sahip sensin, ya sakladım ya da ettim ihanet!..
Günüm bitmiş sanki, beklerim seni de elbet gelirsin.
Hadi çal artık! Kapımdaki fani bir ecel gibisin.

28 Ekim 2016 Cuma

Bendegân

Ütopya hayatımızda iç içe girmiş kaderimiz
Var ile yok arası bir kazâ,
                  uçuşur kuralsız ve arsız
Bendegân ruhum bedenimde
                    hasret kadar anlamsız
İnat değil mi dön sırtını her dem ahir ömre dek..
Ülkemin kadınları huzursuz ve mutsuz
Erkekler bir o kadar sağır, kör ve dilsiz
Her köşe başında dilenci, körpe çocuklarımız
Suyumuz mecusinin ateşinde,
Toprağımız küf kokuyor,
Rüzgar asi bir hırsız gibi çalar hep,
                                    yok merhametimiz
Ey mâhi! kaz yüreğimi durmadan,
Ne kadar derine gömebilirsin bilmem
Kim vurursa vursun inanki, sen gülmeden ölmem!

19 Ekim 2016 Çarşamba

Gün Kurusu

Zindanlara atın korkularımı
Merhamet uzatsın elini ürkek ürkek!

Yecüc ve mecüc yıksın seddini.
Ufukta leylayı arasın şeytanlar
Şaşkın uçan bir kuşun kanadında artık sevdalar..

Bilesin.. beklemek ateşten de beter!..
Sarkacında sallanırken olmayan sabrım
Hiç sevmem söylemiştim! Zamanı sayar çünkü saatler

Gün akşam.. güneş bir daha doğar mı bilmem..
Ezelden küskünüm geceye
Yatamam, uyuyamam koynunda
Kaç gulyabani daha taşır ki kalbim..
Koca ömür sığar mı? söylemesi zor bir heceye..

Güle yazdım hasretini
Okusun geçsin diye mevsim rüzgârları
Sarsın sarmalasın kâinattaki bütün ânâsırı

Hangi zindan daha kutsal?
İnan ki söyle… hadi bileyim
Mecalsiz bedenim, gün kurusu yüreğim…

Hadi gel ikimizde ölelim
Sen gözyaşı dökme unutmak için,
Ben de hasret çekmeyeyim..

18 Eylül 2016 Pazar

Şirpençe

Sulak vadilerden mi geçtin ey kalbim!
Kim bilir… kaç mevsim geçmeli yeşermek için
Hazan esmiş gibi baharın üstüne..
Söyle!... Sence var mı anlatacak nâzenin bir berceste?

Susun bozuk nağmeler!.. fikirler soframda ekmek kırıntısı
Vazgeçtim haklı olmaktan, çünkü terk-i dava eylemişim,
Bir derviş misali, huzurdan şikeste nefsim.
Ruhum devr-i sabık, dildarın hoş nağme ismi: zikrim

Sen varsın hayat! Tıpkı bir yokluk gibi..
Bir Âsâf çağırdı el ân ömrümü sanki..
Söylemem sır.. tedavi eder mi ki ölüm?
Ya da vesile mi vuslatına… bilmem.
Söyle!.. ne yapayım sırtımda insanlar, zihnimde davam?
Yurt edinmiş yüreğimi çünkü; şirpençe yaram.

15 Eylül 2016 Perşembe

Top Oynayan Üç Çocuk...

Kısa saçlı, biri esmer, ikisi sarışın…
Aynı yaşta zannediyorum,
Üç ayrı dünya görüyorum...
Bir parkın ortasında, plastik bir top uğruna..
Cırtlak çığlıkları neşe doğuruyor,
“Hadi at bana!... sen tutamadın!”..
“Off!.. olmuyor.. sen yapamadın!”
Şipşak terlikler minik ayaklarında..
Top oynayan üç çocuk…
Havalanan plastik topu kavrarken elleri,
Dünyayı kucaklamayı ümit ediyorlar sanki..
Karavana bir atış!.. eyvah!..
                           Ümit?
                           Top akan suya düşerken,
Arkasından koşan üç aynı yaşta çocuk.
Benim hayallerim onlara göre çok uçuk.

Heyecanın zirvesini yaşıyorlar.
Ürkek ürkek atan minik adımlar.
Suya giren minnacık şipidik ayaklar…
Düşen top yüzü koyun suda kayarken
Susan çığlıklar, yere inen eller..
Hüzünlü bir bakış, bir anda sönen heves
Neşe kaybolmuş, kalpler buruk..
Buğulu gözler hemen arar: kimde suç?
Top oynayan üç küçük çocuk…
Benim hayallerin onlara göre çok uçuk..

28 Temmuz 2016 Perşembe

Umut

Çok yaşa sen.. ölme, Umut!...
ben ölmeden.
Heybemdeki tek azığım,
Kırbamdaki son yudumsun: Umut…
Göğsümdeki son nefessin Azrail’den önce..
Gerçek bir tılsımsın,
nazarınsa; âtiye
İlahi emirden kalmış bir terekesin: Umut..
Sen ölme ne olursun.. 
Yeterki ferah tut gönlünü;
Olsun!.. ateş solurum.
Simsiyah gecemde doğ bir ay gibi: Umut!..
Allahtan korkarım, lakin korkmam ölümden,
Tek hücremde bile kainatı derç etmişken
Ne olur! Ne olur ben ölmeden!..
Ölme Umut!.. Çok yaşa sen!

24 Temmuz 2016 Pazar

Ben yalnız yaşayayım, sen ise sade

Gördüğüm: Rüya; yaşanansa: Efsane.
Ben yalnız yaşayayım, sen ise; sade.
Buruşuk bir kâğıtta yazılı geçmişim
Ve yanlışın üstüne çekilen bir çizgi,
Titrek bir ses gibi kayboldu şimdi mazi.
Uzat elini, tut istikbalden:
düşen bir yüreği tutar gibi.

Anarşist duygular mistik dünyada bir cezbe,
İrade mahkûmsa eğer,
….inan ki hayat çok izbe!
Acımasızca gizlen çehrenin altına korkma!..
Ben yalnız yaşayayım sen ise sade..

Bayraklaşan ne sınıflar ne de slogan!
Bedel ödenir;
Hayal otoritelerinin uğruna her zaman
Yaşamın bir parçası;
          Hapishane,
                göz yaşı
                           ve kan…
Kendi hegemonyam var, bir de isyan sancağım!
Yüzleştim acziyetimle, sıra sende…
Ben yalnız yaşayayım sen ise sade.

Küçük bir şehzade mezarı başında,
Yargılarken tarihi kendi dünyamda,
Şafakta ezan sesiyle hatırladım “Misak”ı ezelden
Zenon artık iflas etti, ruhum şaha kalkarken.

Öldürün ölümü ki hayat bulsun acziyet.
Ben mahkûmsam siz tahakküm timsali.
Uçurun kafesimden ruhumu tez elden,
Heybemde isyan düşüncelerim;
                                         miras kalsın size..
Ben yalnız yaşayayım sen ise sade…

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Ne sevdik be gülüm!..

Yine bir kurşun vınladı başımın üstünden,
Çığlıklar göğe yükselirken..
Ne sevdik be gülüm!
Diyeti:
kaldırımlara ebru kanla işlenirken,
taşlara yığılan masum bir beden.
Ey Şehid!..
Yüreğimden biter filizlerin her bahar
Yaz güllerine karışır yaprakların..
Hazan yağmurları büker boynunu.
Düşersin toprağıma yeniden, 
Ilık ılık yüreğime düşer gibi…

Ne sevdik be gülüm!
Sevdaları çalan bu son fırtına;
                 Kim bilir hangi feryadısın bülbülün?
Mazide kaldı artık kuru bir yaprak gibi,
Terk ettik!
Uğrunda ölünesi kutsal aşkları.

Ne sevdik be gülüm!
Çileyle haşrolmayı ezelden.
Ay yüzlü sevgili.. sen bahtına hüzünlen…
Çıkar bu eğimli arzdan, hatırım var, tut elimden!
Nerede hani bir zaman meada ütopya giydiren?
Devrim; her daim bilinen mistik duygular…
Paylaşacak bir şeyimiz yok imtihandan başka.

Ne sevdik be gülüm!
Hak için pirüpak olmayı..
Bir sevdadır benim yürüyüşüm ebed müddet;
Bırak zamanlı zamansız yağmurları,
Vur vurabildiğin kadar şimdi yüreğime.
Hak için, ah için… bir de geçmişin hatırına,
Vur ki kopsun namus terazilerinin ipi.
Öğütler versin, semadan kovulan diplomalı şeytanlar.
                                               Ne yazar?..
Göz kapaklarım küsmüş resmine sanki.
Kin akıyor sevgi dünyamın nehirleri.
Bir çöl rüzgârına mahkûm,
Bir kum tepesi kadar suni,
Bir serap kadar gerçek vuslatın.

Ah! Ne sevdik be gülüm!
Sevgiliyle hemhal olmayı...
Su gibi, aş gibi bekleriz derin bir ümitle.
Bazen gözler doğacak ışıkları arar,
Alınlar seccadede bulur sonra sabahı.
Bazen şahit olur seccade:
     ulvi bir tefekküre
Bazen, sınırları kalkar da zamanın;
Gayb ile kucaklaşır bütün varlık hasretle..

6 Temmuz 2016 Çarşamba

İrade Üstüne...

Lehv-i mahfuz’dan yudum yudum soluyarak,
Bu gün bitmez bakmakla ilahi albümdeki mazi.
Bilirim haddimi en nihayetinde bir kul olarak,
Boynum bükük, sırtımda bir kıyamet yükü hikmetle
                                         cennetten kovularak…
Kâh rüzgârda savrulan cengaver bir süvari,
kâh kamçısını Firdevs’in surlarında şaklatan asi,
Nasıl güvenebilirim pandemonyumun sakinlerine
Dizleri korkudan titrerken, hırs deryasında..
Sen!... Ben: Adem oğlu… Bir de Şeytan!..
Aynı ab-ı hayatı içer ruhumuz ezelden ebede
Ne acı değil mi ey Havva?
                                        İrade: İblis’in kasesinde!..

Günahlarımız çok daha masumdu niyetlerimizden,
Çalmaya çalıştık iradeyi karı-koca gerçek sahibinden.
Çöl toprağına bulanmış artık bedenlerimiz.
Cinnet derecesinde hep hükmetmeyi ister nefislerimiz,
Süfli değirmenin abarasını boş bırakmasın asla adaletimiz.
Altın savatlı şatolara hapsolmuşken sefaletimiz;
                               Hangi kutsal iradeye dava diyeyim?

Yangın…  yüreğimde kale kurmuş taş duvarlardan,
Ne sevgiye yer var.. ne de sevgiliye artık.
Bir serap kadar gerçek muhabbetin nedense ey nefsim!.
Sanma ki çok seviyorum cenneti.. istemem!
Alırım özgürlüğümü, hikmet: 
                                             râm olmaksa eğer sana.
Velev ki olsa da yerim en şedid cehennem!

25 Haziran 2016 Cumartesi

Anlam Üzerine

Soyut bir aldanmışlık olsa gerek;
              gözlerimin gördüğü şeyler..
Ya da anlamsız terennümler mi
              dilimizden hoş seda dökülenler?

Ne manası var sanki muhabbetin,
Zamanı sarmaktan başka:
            ruhum duymazsa sırrını eğer?
Boş ver ... yine de olsun…
Mutluluk çiçeklerinin dikeni sevgiler.
Uçsuz bucaksız bir çölde serap;
Ruhumda dipsiz bir kuyu;
            ta kökü derinlerde…
                                Suyu?
Gözyaşlarıdır kurak vadilere akan.
Neye yarar toprak olmak
            veya avuçlarda kan
            sonsuzluğu avuçlamak?
Hiçliği kaldır artık bekanın üzerinden.
“Anlam” bir kara sevda gibi ruhumda,
Mazinin artıkları şimdi bir sel karsambasında.

Peki.. sen git!. “ben” kalayım.
Tebessüm yüklü yağmur da gitsin ardından.
Ruhum koparsın kendini kafesinden,
Mecnun gibi aşkınlığa yürüsün.
Çevirsin metafizik dünyanın sayfalarını.
Bulsun sevgiliyi zamanı aşarak.
Nihayet.. beka’ya bürünsün,
Dikenli ömrü bir çırpıda koşarak.

18 Haziran 2016 Cumartesi

Kahır

Küçük bir yelkenliydim..
Bir denizin ortasında
Fırtınaların depreşmesine uyandım..

Bir ateş yağmuru yağdı,
İnce ince yüreğime..
Sodom ve Gomore’nin çamuruna bulandım.

Uzaktan ışığını gördüm bir fener gibi
Sığındım sahiline..  körpe, kanadı kırık,
Küçük bir yelkenliydim…

Gözü yaşlı aşklara muhatap,
                        bülbülün muhabbeti oldu
                        kafesinde tükenmişlik.

Düşünceler savruk, kırk yamalı bohça.
Cadı kazanında kaynaya dursun azgın dünya.
…..yağız delikanlılar askere gitmiş bizim orda.

Ocağında baykuş ötmüş adaletin,
İhtiyârı elinden alınmış merhametin,
Demlene dursun Vampirle çilingir sofrasında.
                        Benim dağlarımın kar çiçekleri yok..
                        Menekşeler kefen rengi, mor değil.

Huri hoşluğunda esen rüzgar
Ay yüzlü… gül.. gül çehreli yâr;
                        gül kurumuş, bülbül ise lâl.
Bir bağlamanın tınısı kadar hoşsun heyhat!
Fani dünya sen yaşa.. benim için dem âhir,
Hayat bir tırpanın ağzında;
                        hasat zamanı artık, ölüm ise zâhir.

15 Haziran 2016 Çarşamba

Bir Daha Gelmeyiz

Bir geliriz,

bir ölür gideriz.

Sonra başkaları gelir.

Onlar da ölür gider.

Hep birileri gelir,

hep ölür gider.

Her gelen, ölüleri gömer gider.

İnsanlar “Can”lı.. 

Canlılarsa ölür.

“Sen” de ölürsün bir gün, “ben de”.

Bir gün hep beraber ölürüz;

…..gideriz.

Ölüm ölür, ruhumuz yaşar.

Sonra;

Bir daha gelmeyiz.

8 Haziran 2016 Çarşamba

Bohem

Zihin bakarken yazar nesirce,
Bir mânâ, bir tasvir, bir isim: İnsan.
Serüvenin ilk adımı pıhtı bir kan.
Sen; heybemde bir yumak azığım.
Artık delinmiş dibi vebal taşıyan küfemin.
Sanki bin zemheri esti yüreğimize.
Belki Arim Seli aktı Sebeliler gibi üzerimize?

Yazmayan kalem, söylemeyen dil,
Okunmuyor artık inanki alfabe...

Sen Havva, ben Âdemoğlu..
İrade: Miskin bir mahkûm,
Duygular: çıplak bir aygırın sırtında,
Bizi zamansız bir kıvılcım tutuşturdu.
Şeytanın dürtüleri: meyve şirin nefis kâfir.

Bütün âkitleri feshettim artık.
Mistik bir derviş ve hayat: Sefil.
Maddeme icra koysun bütün “Ben”ler
Onları deşifre edeceğim bugünden gayri!
Bir günlük ve bir tirajlı gazetemde okuyacağım,
Karanlık bir sokak lambası altında.
Orkestra şefim ve geceler..  ve bekçiler,
Dökülen kelimelere eşlik etsinler.
Düşman çatlatsın nefsim, bir de şeytan.
Ömür bekaya koşsun, zaman intikamını alsın,
Ölüm bizim olsun, yarın size kalsın.
Mutluyuz… mutlusunuz..  mutlular
Er kişi niyetine…

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Ne İçin?

Bir ulvi söz… akla geldi,
Mânâsı “şey” değil, 
                           tefekkür için.
Yap dedi yüce Kudret,
Nefse haz değil, 
                            İrade-i hak için
Kim ne söyledi,
Yazdı kalem ezelde, 
                            bıkmadan ân için.
Rahle-i tedrisat ilahi.. el hak bildi beşer,
Eğildi âlem secdeye, 
                            “var” için.
Mânâ mücessim sanki.. yazan kalem,
Umutlanma “sen”..  
                            mektup ise yâr için.
Kün dedin karıştık mahlûka;
Artık ruh sarhoş,
Sâki hürrem, şarap ise, 
                            nâr için.
Soy bedenimi,
Ayıp değil, ruhum kalsın, 
                              âr için.
Al istersen “ben” dekini,
Bilmediğim aramızda,
                             sır için.
Gel desen koşmam mı ki,
Lakin korkarım, hayli zaman var,
                             sûr için.
Bu can, sen cânândan,
Ayn el cem isek eğer, havfü recâ,
                             ne için?

24 Mart 2016 Perşembe

Lahza


Bir ucu “ilk” ; bir ucu “son”
“ilk” ve “son” içinde sonsuzluk mündemiç.
Görünense sadece somut bir hareket..
Zaman onun tarifi, etmez künhüne delalet.
Bir teselsül devr-i alem, ya da mürekkeb-i lahza
Kâinat bu devirle işlenmiş bir kitap; sayfa sayfa
Lahza: Bu kitapta sadece küçük bir nokta…..

2 Mart 2016 Çarşamba

Rıza

Bir gül.. gül gibi
                -Dikenine rıza
Bir beden.. fani mi fani..
                -Baki bir ruha rıza.
Bir toprak.. bayağı mı bayağı.. anasır-ı erbaa
                -Bütün maddeye rıza
Bir sancı.. acı mı acı
                -Bir doğuma, küçük bir ağlamaya rıza
Bir aşk.. değer mi değer yanmaya
                -Ölesi bir ayrılığa rıza
Bir veli.. türap hak arzusuyla
                -Bin Ali fani .. bir Ali rıza..

1 Şubat 2016 Pazartesi

Katreler

Sevgiyi taşıdı beyaz güvercinler,
Tılsımlı vadilerden zamana…
İşittim taa eskilerden,
Âsânın taşa vuran sesini.
Bilin ki çağlayan gönül pınarıydı.
Taşıdı köpük köpük “hiç”liği büyük bir ummana;
Kaynadı umman, kaynattı kainatı.
Dil hemen dönsün çaresiz Harun’un belagati.
Yokluğa mahkum olur “yokluk”,
Gönüllere akarsa o pınar eğer.
İnerse oradan kalbe katreler,
Kadim karanlıklar işte o zaman sona erer..

14 Ocak 2016 Perşembe

Yaban

Koca bir konak gibi heybetli kibrimiz.
Ne kahya ne de el, konaktaki; 
                                            bey yaman.
Zihnim oksitlenmiş paslı bir atölye,
Aklım bir pula, geçmez akçe;
                                            pul yaban.
Bir yanım gurbet, bir yanım hasret solur.
Vuslat başka bahara, mevsim kış;
                                            yaz yaban.
Verin urganı ben takayım boynuma,
Darağacında beden, ölü bir toprak artık;
                                            ruh yaban.

9 Ocak 2016 Cumartesi

Asi tanrılar

Alın terim şakağımdan akarken,
Bir doğruldum;
                döküldü sırtımdaki taşlar.

Güneş bütün hıncıyla bakarken dik dik,
Bir dürme gibiyim çorak çöl toprağında.
Sanki serap gibi.. bir baktım;
                nefisten şatolar.

Zamanı durmuş heyula cennetinde,
Misk-i amber içerisinde yüzen; 
        asi tanrılar.

Tanrılar asi;
                Zavallı kullar..
Bir doğruldum;
                Aniden ağardı saçlar…
Yol sırat-ı müstakim,
Önde; 
                mahzun kullar.
Arkada; 
                asi tanrılar..

8 Ocak 2016 Cuma

Atlılar

Yüzyıllarca at sürdü atlılar bu çığırda,
Binlerce ser verdi atlılar bu uğurda.
                Bir tohum,
                bir can,
                bir çınar,
Yağmurda ıslandı toprağın koynunda.

Atların yeleleri,
O yârin ten kokulu mendili,
Bir zikir ritimle yalın kılıç rahvan koştular,
Bir kara delikte maziye atlılar.

Tabiatın en şedit hortumları geçti üzerinden,
Herc-ü merc oldu arz öfkeden.
Tarihin yaprakları söküldü yerinden
Gün küskün,
                güneş mahzun battı erkenden.
Susma!..
haykır arkada kalan karanlığa:
                Bir söz,
                bir mana,
                bir ayet,
Binlerce ser verdi atlılar bu uğurda.

Güneşi topladım eteğime

Güneşi topladım eteğime
Gün:
ikindi vakti,
Gece,
gün olsun diye…

Mahrum da olsa yıldızlar endam etmekten,
Bir armağan aya ..
bir hediye.
Maksadım belli.
Gerçek;
 Fani perdelerin arkasında.
Arkamda, hüzünlü yürüyen insanlar.
Ayak sesleri ritimsiz,
Gözler buğulu, göz yaşları sessiz…

Güneşi topladım yüreğime
Benimle yatsın toprakta diye
Işık olsun sual anında kabrime
Kış geceleri günahlarımı anlatsın
Baharda çiçeğim, seherde koynumda yatsın

Güneşi topladım eteğime,
En büyük ızdırap yüzleşmekse,
Geride kalan mazimi yaksın diye…
Her akşam mezar taşımda saklansın
Gündüzün kirini, toprağımda aklasın
Bir örtü gibi erisin üzerime
Işık tutsun bir tek dileğime
Ne maziyi, ne âtiyi görmesem de
Güneşi topladım eteğime…

Bir İstanbul...

Bir İstanbul düşlemek istedim;
Nemli meltemlerin estiği,
Kubbelerle örülü tepelerde.

Mahremiyeti yırtılmış çarpık kaldırım taşları,
Ritim tutarken zarif kadınların topuklarında.
Acı çektiğine şahit oldum taş duvarların
Ruhsuz siluetlerin endamını seyretmekten.

Bir İstanbul düşlemek istedim;
Her köşesinde yükselen camiler,
Her sokağında sultanların yattığı kabirler.
Bir uçta Avrupa, diğer uçta Asya
Köprüler; İki yakayı düğmelerken bir beyzade gibi
Geçerken altından ümitleri taşıyan gemiler

Bir İstanbul düşlemek istedim;
Vapur düdüğüne karışan martı çığlıklarıyla
Karışırken göz yaşları boğazın suyuna,
Bakadursun kulesinden sırma saçlı kız.
Gelir mi beyaz atlı prens maziden âtiye?

Bir İstanbul düşlemek istedim;
Her türden hasret yüklü insanıyla..
Her köşesi bir Anadolu şehri,
Her insanı bir Anadolu yüreği,
Parça parça bir Anadolu İstanbul...
Düşlemek istedim yedi tepesinde,
Her tepe bir İstanbul.

4 Ocak 2016 Pazartesi

Be hey dava!..

Koca bir evrende
Küçücek bir küreyiz..
Ne kul olabildik, ne vatandaş;
Başına buyruk bir bireyiz..
Bir tren yükü ömür yokuş yukarı yürür.
Anlık haberlere takılı,
Her akşam uykusuz duraklarda demlenir zihnimiz,
Işığa hasret penceremiz.
Oğlum, seninle muhabbet edebilir miyiz
                         geçmiş bayramların anılarına dair?
Kesik, devrik cümlelerle..
O tatlı gülümseyişin,
Kim bilir hangi toprakta yazılı kaderin?

Ömrümüz mayalanmış doğar doğmaz,
Tuz ekelenmiş minik bedenimize.
Ben vatan edinmişim, toprak edinmişim,
Bir de kader…
            Be hey bir de dava!..

Gönlümü kavgalar doldurmuş
Yarının kavgası..yarıncılarla.
Yüreğim yaralar bağlamış: Kara…
Uğruna yanmışım adıysa: Sevda..

Uzun zamandır kaybettiğim değerler,
Yangında ilk kurtarılacaklar sandığında.
Be hey.!. yüksek tepelere aşık ulusum..
Dağlarıma kar yağdı yazın şafağında...
Be hey dava!..
Artık yıllanmış karlar altında.

Simurg'un Hikayesi

Doğuştandır ruhun özündeki “var”,
Var olma sebebi: halka halka yâr.
Her halka bir imtihan, ruh neyi arar?

Bilge simurg kaf dağında
Bilgi ağacının dallarında yaşar.
“Bilmek”: kurtuluş, “Bilmek”: özgürlük.
“Bilmek”: yâr….
“Bilmek” uğruna o ruhlar,
Ancak yedi engeli aşar…

Bülbül güle aşıktır,  aşk denizinde şaşar;
Gül zevale mahkum, “Var”lıktan kaçar.
Yükseklerin hakimi kartal,
Gök kafes, ruhu tutsak.
İnemez dar gelir aşağılar.
Kalır istek kayalıklarında..

Sürü, uçar… uçar…

Bilge baykuş marifet harabesinde;
Mağrur bakışları, bir şey bildiğini sanır.
Hıçkırıksız gözyaşları, Babil öreninde,
Sodom ve gomore’ye ağlar.
Daha nice canlar döner yoldan;
Kimi ayrılık vadisinde istiğna çukuruna,
Kimi hırs ovasında tevhit sapağında,
Kimi kıskançlık gölünün sularında,
Kimi yokluk ovasında sürüden kopar.

Az gidilmemiş, kıyamete yakın.
Bir tarih yaşanmış bitmiş. Lâkin,
Varmışlar Simurg’un yuvası boş
Ama ruhlar?.. her imtihan arındırmış,
Özgürleşmiş canlar… bedenler sanki kuş.
Bilge ağacı: “Bilme” de mücessim olmuş
Dönenler tutsak, varanlar özgür.
Bilmişler, varlık yoklukta hoş,
Meğer “Simurg”: menzile varan o otuz kuş.

2 Ocak 2016 Cumartesi

Sana sorsam

Sana sorsam bana anlatır mısın?
Kaf Dağı’nın ardını…
Dinlesem sabahı olmayan gecelerde.
Bir avuç ümit taşısam;
Zümrüd-ü Anka’nın kanadında,
Işığı olmayan sehere…

Sana sorsam bana anlatır mısın?
Ferhat’ın aşkını…
Çaresizliğin bitkinliğin içinde..
Hasretli bir gönül taşısam,
Dağları delerek Şirin’e

Sana sorsam bana anlatır mısın?
Efsanenin kuşattığı gerçeğin dünyasını
Kaldırsam perdeleri bir bir…,
Küskün zihinlerin  önünden.
Sana göstersem “çile” nin sevdasını.

Sana sorsam bana anlatır mısın??
Sende kaybolmuş “ben”i..
Arasan ta.. ötelerden,
Bir bir açarak şifreleri.

Sana sorsam bana anlatır mısın??

Gün Olur

Gün olur;
            merdiven olur bulutlar semaya.
Gün olur;
            boyumu aşar yer..
Kayar toprak ayaklarımın altından,
Sürüklenirim ellerim ayak bileklerinde.
Son gördüğüm şey: gülen bir çocuk
Çocuk yüzlü sevgili..
Güney rüzgârlarına hasret, tıpkı;
              yüreği nem tutmuş duvarlarım gibi..

Şimdi yüzüm göğe bakar.
Gök: karanlık bir sema.. 
Toprak;
Yatar bedenim toprakta kendi boyunca ...
Bir dünya;.. toprak.
                 Topraktan bir dünya..
Cesedim doğmaya hasret;
Bir tohum gibi bekler  mevsimini....

Gün olur... 
Güney rüzgarları ısıtır yüzümü
Uzatırım elimi dışarı: Bir filiz.. iki yaprak.
Yeniden taze bir nefes gibi solurum;
                                                    Sevdaları.
Yağan yağmurda ıslanır bedenim huşu ile,
Nem kokar toprak, duvarlarım gibi..
Gün olur bir emir, bir siren bir “sûr”,
Ne toprak, ne su ne sevda,
Hür olur maddeden ruh;
                                   Hür olur